Saatli bir bombaya mı yoksa Tom Wilkinson’a sıcak bir kucaklaşmaya mı giderdin?

Shib

Global Mod
Global Mod
Cumartesi günü 75 yaşında ölen Wilkinson (her ne kadar gazeteciler bana hep sorsa da akrabalığı yok), yerini tam olarak belirleyemeseniz de herkesin tanıdığı oyunculardan biri. Kendisi The Full Monty, Batman Begins ve Mission: Impossible – Ghost Protokolü filmlerindeki adam. “En İyi Egzotik Marigold Oteli”nden “Büyük Budapeşte Oteli”ne kadar her şeyi yaptı ve Joseph P. Kennedy (“The Kennedys”de), Lyndon B. Johnson (“Selma”da) ve Benjamin Franklin (“The Kennedys”de) gibi tarihi figürlere kanallık yaptı. “John Adams”). Pek çok rahibi, pek çok askeri ve tarihteki pek çok adamı canlandırdı ama hiçbir zaman tam olarak göz ardı edilmeyi başaramadı.

Wilkinson yoğun bir şekilde çalıştı ve 1980’lerin başından bu yana çoğu yıl birçok filmde, televizyonda ve sahnede göründü, bunun nedeni kısmen genellikle başrol oynamamasıydı. Bunun yerine, ciddiyetle ve biraz da olsa tehlike içeren bir rol oynaması için tutulan adamdı; hiçbir zaman sadece satırlar söyleyen, her şeyin birdenbire bir anlam ifade etmesini sağlayan biriydi. Wilkinson’ın kariyerinde ve canlandırdığı karakter türlerinde büyüleyici olan şey, onların kırılganlık ve öngörülemezlik kapasiteleridir. Ekranda göründüğünde bu adamın güvenilir mi yoksa patlayıcı mı olacağından tam olarak emin değildiniz.

Wilkinson’ın çalışmak zorunda olduğu enstrümanlar (görünüşü, boyu, sesi) kendi başlarına pek dikkate değer değildi. Yaşlandıkça bir meleği andıran yüzü, barda karşılaşacağınız sıradan bir İngiliz’in yüzüydü. Sesi özellikle sert ya da derin değildi ve birlikte oynadığı erkeklerin çoğundan çok daha uzun olmasına rağmen sokakta yürürken ona asla bakmazdınız. Wilkinson aslında birisinin büyükbabasına benziyordu; toplantının ortasında size öksürük pastili verip göz kırpacak bir adamdı.

Yine de, en çok hatırladığım rolleri, dış görünüşle o kadar derinden kaynaşmış bir tehlike unsuru taşıyor ki, tüm filmi bu adamın sıcak bir kucaklama mı yoksa saatli bomba mı aldığını merak ederek geçirdim. Michel Gondry’nin Eternal Sunshine of the Spotless Mind’da Wilkinson, Jim Carrey’nin aşk acısı çeken Joel’in çaresizce aradığı hafıza silme prosedürünü denetleyen bir doktor olarak küçük bir role sahip. Kirsten Dunst, doktora aşık olan çok daha genç asistan Mary’yi canlandırıyor. İkisinin zaten bir geçmişi olduğunu açıklamaya çalıştığında performansı hem acıklı hem de acıklı. Yırtıcı mı, av mı, yoksa kendi işinin insanları gerçekten nasıl etkilediğinden çaresizce emin değil mi? O emin değil, biz de emin değiliz.

Ya da Todd Field’ın “Yatak Odasında” filmindeki yaslı baba var; Maine’li sessiz, samimi bir baba, oğlunun kız arkadaşının eski kocasının elindeki ölümünün intikamını alma ihtiyacı yüzünden canlı canlı yeniyor. Son yarım saatte Wilkinson, yüzünde boş bir ifade ve elinde bir silahla en değişken halinde bulunuyor. Onun kalbinde ne olduğu sadece silahın diğer ucundaki adam için değil, aynı zamanda seyirci için de tamamen anlaşılmazdır. Her an patlayabilir ya da hiç patlamayabilir.
 
Üst